İNSANOĞLU ACİZ
Hiç farkında değiliz ne kadar aciz ve zavallı olduğumuzun.
Bu zavallılık tarife gelmez. Az bir sıcaktan bunalıyoruz. Üşüyoruz az bir soğuk
görsek. Acıkıyoruz, yemek ihtiyacı duyuyoruz. Bir az fazla yesek rahatsız
oluyoruz. Susuyoruz, biraz fazla su içsek rahatsız oluyoruz. Biraz yol yürüsek
yahut biraz ağırlık taşısak veya biraz iş yapsak yoruluyoruz. Akşam oluyor uykumuz geliyor. Uyuyunca
dünyadan haberimiz olmuyor.
Aciziz ama güçlü olduğumuzu sanıyoruz. En ufak bir böcek
soksa hastalanıyoruz. Ayağımıza bir taş takılsa sendeleyip düşüyoruz. Az bir üşütsek
sancılanıyoruz. Bir az güneş görsek çarpılıyoruz. Burada hemen aklıma Nemrut’un
hikâyesi aklıma geliyor. Onun hayat macerası bizim insan olarak traji-komik
halimizi anlatıyor. Hikaye şöyle: Bir yolculuk sonrası batan gemi. Gemi
parçalanır bir parçası denizin üstünde kalır. Üstünde bir hamile kadın. Kadın
çocuğunu orada doğurur ve ölür. Çocuk kurtulur. Onu karaya çıkarırlar, büyütürler
ve başlarına tiran olur bu çocuk.
Menakıp yazarı bu olayın hikmetini şöyle açıklar: Allah onu
böyle aciz bir haldeyken kurtardı, kendisini kurtaranların başına tiran kesildi
ki ona büyüklenmesinin anlamsızlığını hatırlatmak için olduğunu söyler. Bu
yetim Nemrut’un feci sonunu da hepimiz biliyoruz. Bir topla sivrisinek. O
tanrılık davasını güden zavallıyı bir küçük topal sivrisinekle yok ediyor.
Heyhat. Nereden nereye. Demek ki insanın kibirlenmek için hiçbir tutarlı nedeni
yok.
İnsan kendini ne sanıyor. Zavallı insan. Aciz insan. Kurum
kurum kurumlanmak niye. Küçük tepeleri ben yarattım diyen zavallı, büyük
tepeler dedemden kaldı. İşte zavallı insan neyine güveniyorsun. Bir parça
bezden başka bir şey getiremeyen aciz insan o da mezarda kalıp çürüyecek. Hem
kefenin de cebi yok. O halde bunca hırs niye. Bunca aç gözlülük neden acaba.
Hiç ölmeyecek misin? Bu dünyaya kazık mı çakacaksın.
Kendini ne sanıyorsun sen. Bu gün var yarın yoksun. Bu gün
sağ yarın ölüsün. Bu gün sağlıklı yarın hastalıklısın. Bu gün bir derdin yok,
yarın bin bir dert içinde ah vah edeceksin. Bu gün elim var ayağım var diye övünürsün,
yarın en ufak bir kazada elini ayağını kaybedebilirsin.
Ah insanoğlu ah. Bir pamuk ipliğine bağlı her şeyin,
sağlığın, hayatın servetin, mevkiin ve şöhretin. Ah insanoğlu ah. Bunca kentler
yaptın, binalar Yaptın gökdelenler inşa ettin, mimari eserler kurdun. Senin
şehirlerin bir depreme, bir hortuma, bir kasırgaya bile dayanamazken sen neyine
güveniyorsun. Ekinlerin, bağların, bahçelerin, bir sele bile dayanamazken sen
neyine güveniyorsun.
Sen hep benim şeyim benim şuyum deyip durmaktasın. Hangi şey
senin şeyin, hangi, şey senin şuyun. Sen kimin neyin şususun? Sen kimin neyisin kimisin kimsesisin? Ah
insanoğlu ah. Sen kendini dev aynasında görmektesin ama boyun 1.70, 1.80. 190.
Dahası başına bela zaten. Kilon 70 bilemedin 90 hadi olsun 100. Dahası da
başına bela zaten. Her şeyin fazlası
başa bela. Sen de kendi başına bela kesilmişsin. Haddini bilirsen ne ala Ahsen-i
Takvimsin, meleklerden bile üstünsün. Ya bilmezsen Esfel-i Safilin’e
yuvarlanırsın.
Artık sen bilirsin. Ya sınırlarına çekilirsin. Manen
büyürsün kulluk makamında. Allah’a kul olur yücelirsin. Kula kulluk yapmazsın.
Özgür olursun. Ya da haddini hududunu bilmesin. Ya nefsine kul olur, ya bir
tağuta köle. SEÇİM SENİN.
Ahmet KEMAL