RAMAZAN – ŞERİF VE ORUCUN ANLAMI
Her yıl bize misafir olan Ramazan-ı Şerif bize bir şeyler
söylüyor. Lisan-ı hal ile konuşuyor bu şerefli ay. Haftada bir uğrayan Cuma
gibi bizi aydınlık iklimlere çağırmıyor mu dersiniz. Nefsimizin ve şeytanın
bizi yuvarladığı karanlık uçurumlardan İslam’ın aydınlık iklimlerine davet
etmiyor mu dersiniz?
Evet. Müminin bayramı olan Cuma haftada bir bizi Kur’an-ı
Kerim’in gösterdiği aydınlık yola davet ediyor. Son sürat gittiğimiz bu hayat
yolunda işaret lambası olan Cuma gibi ramazan da bize yıllık muhasebe imkanı
veren bir mola yeri. Hem öyle mola yeri ki bizi neşelendiriyor, dinlendiriyor,
eğlendirerek düşündürüyor ve bir bayramla final yaparak mutluluğun zirvelerine
taşıyor.
Ardından gelen kurbanla zayıflayan nefse son bıçağı atarak
bizi Nefs’te ölüme Hak’la dirilişe götürüyor. Bu diriliş bir bas’ü ba’del mevt
‘tir. Ve bu ölüm Efendimizin buyurduğu ölmeden önce ölmenin ta kendisidir. Bu
önce ölmek ve sonra diriliş çizgisi bir seyr-i sülüktür ve Cennet’te yasak
meyveyi yiyerek kirlenmiş nefs tertemiz bir iklime rücu ediyor. ‘O’ndan geldik
O’na gideceğiz’ sırrına ererek seyri il-Allah’a ulaşıyor.
Ramazan işte böyle bir maceranın kutsal adıdır. Bu macera
insanın yeryüzüne geliş ve orada sınanış macerasıdır. Maceranın sonunda mutlak
güzel olan Allah’ın cemalinin seyri ve ebedi Cennet vardır.
Bu dünyadaki mecazi güzelliklerin işaret ettiği mutlak güzel
olan Allah’a aşık olan ruhlar bu maceraya atılmışlar, kısa dünya hayatında
çekilen geçici meşakkatlerle olgunlaşarak o gerçek güzele ulaşacaklardır. Bu
hakiki güzellik ezel aleminde ruhların görüp aşık oldukları bir varlıktı. Ondan
ayrı düşen ruhlar hep onu arar oldular. Nerde bir güzel yüz, bir güzel endam,
bir güzel manzara görseler, bir güzel ses, bir güzel nağme duysalar onu
hatırlayarak esiri olurlar, peşine düşerler onun. Bu fani güzellikler hep o
hakiki güzelliğin bir aynasıdır ama asla kendisi değil. Aynaya yapışıp kalan
sinekler ebedi azaba duçar olur, oradan kurtulan onları bir yol gösterici sayan
ruhlar ise Kaf dağındaki saraya ulaşır ve sarayın 40. odasındaki güzelle vuslat
demleri sonsuzca yaşarlar.
İşte Ramazan her yıl gelip bizi sınamadan geçirir,
olgunlaşıp olgunlaşmayan ruhları ayıklar. Olgunlaşan ruhları imbikten geçirir,
gül yapraklarından gül kokuları çıkarır. Bir yıl günah kirleriyle bulanmış
ruhları yıkayıp tertemiz eder ve temizlenen bu ruhlardaki son günah elbisesini
de kurbanla çıkarır, atar.
Ramazan bize dosttur, Ramazan bizim kurtarıcı iklimimizdir.
Ramazan bizim yıllık arınma şölenimizdir. Onun için şereflidir Ramazan. Onun için
biz ona Ramazan-ı Şerif deriz. Onu bu şerefli lakabıyla anar, bu şekilde yad
eder ve çağırırız. Biz ona hürmet ederiz o bize hürmet eder, şefkat eder,
armağanlar bırakarak, bir on bir ay sonra gelmek üzere gider.
Ramazan uyarır bizi tatlı bir dokunuşla. Sevecenlikle uyarır
bizi. Kulağımıza tatlı nağmeler fısıldayarak uyandırır on bir aylık uykumuzdan.
İnsanlar uykudadır ölünce uyanırlar buyurmamış mı o kutlu Peygamber. Evet,
insanlar uykudadır. Uykudayız biz, gaflet uykusunda. ‘Ölmeden önce ölün.’
buyurmamış mı O Kutlu Peygamber? Ölmeden önce ölün ki bu derin uykudan uyanın
ve bu dünyaya gaflet karanlıklarına dalmak için gelmediğimizi, aksine o
karanlıklardan kurtularak aydınlık bir sonsuz saadet iklimine uyanmamız
gerektiği, orada ebedi saadete ülkesinde yaşamın bizi beklediğini haykırıyor
her şeyiyle Ramazan.
Ramazan ve Kur’ an aynı iklimin iki değişmez habercisidir.
Biri zarf bir mazruf gibi tamamlar onlar birbirlerini. Elimizde Kur’an-ı
Kerim’in aydınlık sayfaları, Şeriat ’ın kutlu yollarında namaz meşaleleriyle,
oruçla sınanmış ve güçlenmiş olarak, zikirle silahlanmış bir kutlu yolculuğa
çıkmış erleriz biz. Haftada bir Cuma’yla şenlendik biz bu yolda. Yılda bir
kutlu Ramazan’la şereflendik, neşelendik ve arındık. Kuş gibi hafifledik.
Kandillerle süsülendik. Bayramlarla izzet bulduk. Ne mutlu bize… Ne mutlu bu
idrak içinde olanlara… Daha nice Ramazanlara…
Ahmet KEMAL