ÇOCUKLUĞUM
Nerde doğmuşum ben. İzmit’in en köşe en tenha semtinde. Mehmet Ali Paşa Mahallesinde. Annem karnı burnunda- bu onun tabiridir-köyden yaya olarak gelmiş şehre. Dayımın evine yerleşmişler iki Abim ve Baba’mla birlikte.
Burası yeşilliklerle dolu yarı köy, yarı kent bir küçük semt. Ufak bir camisi var. Yollar yer yer çamur, her yer çakıl taşlarıyla kaplı. Kentin tek ünlü caddesi baştanbaşa uzanan Bağdat Caddesi. Kentin iç ulaşımın sağlayan tek otobüs sahibi bizim sokakta otaran İdris Amca.
Babamın köyü Yuvacık. Oturdukları yer köyün dışında Arap oğulları Mahallesi. Dedem oradaki arazilerini kardeşine satarak çıkmış. Bu mahalleden bir arsa satın almış köydekinin onda, belki yirmide biri kadar bir yer. Bir kısmına kendi ev kurmuş bir de ahır. Babam ondan sonra inmiş şehre. Ahırın üstünde ufak bir ev yapmış. Ben dayımın evinde doğmuşum o sıra. Babam orayı kendi elleriyle yapmış. Ben o evde bebekliğimi geçirmişim. Bu yüzden mi acaba hayvanları çok sevmişim bilmem.
Ben doğduğumda babam hademe-i hayrat kadrosuna atanmış. Çocuk yardımı almak için nüfus kaydı olmayan benden iki yaş büyük abimle beni nüfusa ikiz olarak kaydettirmiş.
Kendimi aynı arazi üstünde halamla bitişik ahşap evde hatırlıyorum. Küçük odaları hiç kullanılmayan misafir odası ve salonda yattığımız yatağı içinde odun yakılan ocağı olan mutfağı tahayyül ediyorum.
Annem sokağımızın başındaki tek çeşmeden eve su taşıyarak leğende çamaşır yıkıyordu. Bahçede üçlü sacayağın altında yanan odunlarda istiyordu suyu, Arap sabunuyla bir güzel yuyardı elbiseleri.
Anne kucağında 6,7 km ötedeki tarlamıza giderdik. Annemle babam çapa yaparken beni mısırla fasulye ekilmiş tarlada bırakırdı. Bir müddet sonra ortaya çıkan yılandan korkudan bağırtıma yetişirlerdi.
Çocukluğumun geçtiği ev bu kentin varoşu sayılan bu mahalledeydi. Halamın evine bitişik 2 katlı evdi bu. Alt katta kiracılarımız vardı. Halamın evinin ve bizim evimizin girişleri ters istikametteydi. Halamı çok sevdiğim için bu uzaklıktan hiç hoşlanmıyordum.
Bu ev nasıl bir evdi. İki katlı çift daireli o günün modası ters cepheli dıştan girişli dışarıda kalan merdivenli ahşap ev. Alt katlarında kiracılarımız vardı. Bizim alt katta bizim kiracı halamın alt katında onlarınki. Bu kiralardan bir ek gelir elde ederdik. Dedemin ve halamın evi tarafına bakar biraz arkada tek başına b ibrazca büyük bir bina. Bu güne göre ve bizim evlerimize göre. Bizim evlerimiz 50, 60 metre kare arası küçük mekânlardı, küçük pencereli basit mekânlar,
Merdivenden çıkılınca karşıya çıkan bir eski usul ve ve yanında banyo beride salona açılan kapı salon mutfak ve iki odaya açılmakta. Odaların biri validemin yatak odası biri misafir odasıydı. Salonda 3 erkek kardeş aynı dianda yatardık. Yaşlarımız 7, 10 arası ufak tefek 3 kardeş. Abimiz yaşça biden farklı misafir odasının müdavimi. Kışları biz validemizin odasında yatar abimiz salona naklederdi. Validemizin odasında kaldığımız kış gecelerinde bir kaç Ramazan geçirdiğimizi hatırlıyorum şimdi. Bu ramazan gecelerinde çılbır karıştırmaktan bana gına geldiğini bu mübarek vakitler için hiç de hoş anı olarak hatırlayamıyorum. Çılbır dediğimiz muhallebinin bu kadar zor olması beni çileden çıkarıyordu. Oysa yapılma tekniğini binilmeyen annem sırf cehaleti için bizi kurban ediyordu. Yıllar sonra evlendiğim eşim bu işin sırrının ne kolay olduğunu gösterince şaşakalmıştım. Üstelik bu çılbır bizde her gece yapılıyor sahurların ana yemeği olarak sofraya getiriliyordu. Sahuru babam hazırlardı.
Ahmet KEMAL